Eski Türkçe, Arapça değildir.

Evet, yukarıda dediğim gibi Eski Türkçe, Arap harfleri ile yazılmış olsa dahi Türkçedir.
Alfabeler farklı millete ait olabilir ancak konuşulan dil o millete hastır. Türkler 11.asırdan -20.asıra kadarki tarihi süreç içerisinde Arap alfabesini kullandılar. Fakat dil öz be öz Türkçeydi. Biz Türkler derdimizi çağın gereklerine uyarak Arap harfleri ile anlattık ama dilimiz Arapça olmadı. Artık eski Türkçeye Arapça demeyelim. Yahu Yunus Emre arı-duru bir Türkçe kullanmadı mı? Aşık Paşa “Garibname” adlı eserinde güzel Türkçemizi kullanmadı mı? Biz hala neden Arapça diyoruz. Bu Türkçeye ve Türkçenin tarihine hakarettir. Yunus’a, Muhibbi’ye, Hoca Ahmet Yesevi’ye ve daha nice üstada hakarettir. Dilimizin tarihini iyi bilmeliyiz. Okumalı ve araştırmalıyız. Tarihe bugünün şartlarından bakmamalıyız. Güzel Türkçemizin tarihi sürecini öğrenmeli, üzerinde uzun uzun düşünmeli ve dilimize sahip çıkmalıyız. Bugün konuşulan Türkçe asırların birikim ve değişimini barındırıyor. Hatta dil hala değişiyor, değişecek. Çünkü dil canlı bir varlıktır, bunu biliyoruz. Şartlar alfabenin değişimini gerektiriyorsa olacak, bundan kaçamayız. Cumhuriyet Devrinde alfabenin değişimi gerektiği için değiştirdi. Çünkü alfabe zamanın şartlarından yoksun bir hale gelmişti. Bu alfabenin değiştirilmesi elzem bir durumdu. Atatürk gerekli olanı yaptı ve bizi daha modern ve zamanın şartlarını ve ihtiyaçlarını karşılayan latin alfabesiyle tanıştırdı. Dolayısıyla zamana, ihtiyaca, şartlara dikkat etmeliyiz. Bir olay gerçekleşiyorsa elbet bir nedeni vardır, bunu unutmayalım. Osmanlıca Türkçesi Arapça- Farsça tamlamaların olduğu bir dildi ancak halk daha sade bir Türkçe kullanıyordu. Hatta günümüzde kullandığımız dil ile çok benzerdi. Dolayısıyla Osmanlı Devletindeki Türkler, Arapça değil Türkçe konuşuyorlardı.Sadece Arap harflerini yazmak için kullanıyorlardı. Son olarak şunları söylemek istiyorum; bir şeyi tartışacaksak lütfen okuyalım, araştıralım.

Benim ulu yarim, canım sancağım

Yurdumun burcunda dalgalanır
Mehmetçiğin kanı ile renklenir
Cenk meydanında en önde şahlanır
Benim ulu yarim, canım sancağım

Anaların ak göğsünde durur
Geceleri ayın serinliğinde yatar
Bayrakları kendine nazar eyler
Benim ulu yarim, canım sancağım

Ey yar!
Bakmasın sana benden başkası
Tutmasın seni yarimden başkası
Sevmesin seni milletimden başkası
Benim ulu yarim, canım sancağım

Taaa ezelden gelir kıymetin
Kanla cizilmiş hatların
Kızıl elma yolunda yükselişin
Benim ulu yarim, canım sancağım

Doğudan – Batıya yükselirsin
Tarihe meydan okursun
Namerde ataş olursun
Benim ulu yarim, canım sancağım

Sana el sürerse düşman
Millet yıkılır, kalmaz aman
Sen dik dur, dönsün bu devran
Benim ulu yarim, canım sancağım

ÖZEL ÖĞRETİM YÖNTEMLERİ

SINIF DIŞI ÖĞRETİM TEKNİKLERİ
GÖRÜŞME (MÜLAKAT)

Giriş
Öğrenilmesi istenilen konuyla ilgili bilgilerin alanında uzman kişiler tarafından sınıfta veya sınıf ortamı dışında aktarılmasına dayalı bir öğretim tekniğidir (Yahşi, 2015). Uzman kişi, eldeki imkanlar dahilinde sınıf ortamında veya sınıf dışında belirlenmiş bir yerde görüşme sağlayabilir. Alanında uzman kişi, konuyla ilgili derinlemesine tecrübe ve bilgiye sahip olduğu için öğrenci üzerinde bilişsel ve duyuşsal iz bırakır. Dolayısıyla öğrencinin öğrenmeyi ilk elden ve verimli bir şekilde sağlamış olduğunu söyleyebiliriz.
Görüşme Tekniği ile İlgili Bazı Özellikler
 Belli bir konuda uzmanlaşmış kişilerle diyalog kurularak ilk elden öğrenmeyi sağlamak amaçlanır.
 Amaç: İlk elden bilgiyi elde ederek geleneksel sınıf ortamı ve geleneksel öğrenme stilinden uzaklaşmaktır (Salman İçli, 2021).
 Öğrencilerin öğrenme sürecinde öğretmene bağlı olmaktan kurtarılması amaçlanır.
 Görüşmeler, soruların daha önce hazırlanmasıyla yani “yapılandırılmış” ve soruların görüşme sırasında doğaçlama sorulduğu “yapılandırılmamış” görüşme şeklinde yapılabilmektedir (Yahşi, 2015).
 Görüşmenin yapılacağı ortam daha önceden planlanmış olmalıdır.

Görüşme Tekniği için Bazı Önemli İlkeler
 Diğer tüm sınıf dışı öğretim tekniklerinde olduğu gibi görüşme tekniğinde de bir hedefin olması, eğitsel bir muhteva taşıması ve öğrenciye hitap etmesi gerekmektedir.
 Görüşme tekniği uygulanmadan önce öğrencilere bilgi verilmelidir.
 Görüşme tekniği yapılmak isteniyorsa önceden mutlaka planlama yapılmalıdır.
 Farklı yaş ve meslek gruplarındaki kişilerin öğrencilere tecrübe ve bilgilerini aktarması hedeflenmektedir (Tanık, 2022).
 Görüşme esnasında sorulacak sorular daha önce hazırlanacaksa bu mutlaka öğretmenin gözetiminde olmalıdır.
 Görüşme sırasında kayıt alınacaksa mutlaka daha önceden planlaması yapılmalıdır.
 Uzman kişi ile görüşme için vakitlice iletişime geçilmeli ve görüşmenin yapılacağı mekan belirlenmelidir.
 Görüşmenin sınıfta yapılması planlanıyorsa buna göre sınıf ortamının görüşme için hazır hale getirilmesi gerekmektedir.
 Görüşme tekniğinin en önemli ilkesi birincil kaynaktan bilgiyi ve öğrenmeyi sağlamasıdır.

Görüşme Süreci ve Uzman Kişi
Görüşme sürecinde;
• Görüşme sürecinden önce konu belirlenmelidir.
• Konuyla ilgili doğru uzman kişi seçilmelidir.
• Doğru bir mekan belirlenmelidir.
• Konuya uygun sorular seçilmeli veya görüşme sırasında doğru sorular sorulmalıdır.
• Görüşmede elde edilen veriler kayda alınıp düzenlenmeli ve bu düzenlenen veriler derli, toplu bir rapor haline getirilmelidir.
Uzman kişi;
• Alanında yetkin olmalıdır.
• Ele alınan konu ile ilgili düzgün, anlaşılır bilgi vermelidir.
• Sorulan sorulara tatmin edici cevap vermelidir (Karabulut, 2021).

Yapılandırılmış ve Yapılandırılmamış Görüşme
a) Yapılandırılmış görüşme: Bu görüşmede sorular önceden hazırlanır (Yahşi, 2015). Yapılandırılmış görüşmede amaç öğrencilerin bilgi toplama, ön hazırlık yapma gibi becerileri kazanmasıdır.
b) Yapılandırılmamış görüşme: Bu görüşmede ise sorular önceden hazırlanmaz, görüşme esnasında doğaçlama olarak sorulur. Buradaki amaç uzmanın anlatımı sırasında öğrencinin bilgileri hızlı ve kontrollü olarak değerlendirmesi ve buna bağlı olarak uygun sorular sormasıdır. Bu bağlamda öğrencilerin bilgiyi anlama, yorumlama ve soru sorma becerilerini geliştirmeleri beklenir.

Görüşme Tekniğinin Yararlılıkları ve Sınırlılıkları
Yararlılıklar
 Farklı meslek sahibi kişiler ve farklı fikirler tanırlar.
 Öğrencinin özgüveni ve düşünme becerileri gelişir.
 Öğrencinin motivasyonu artar.
 Öğrencinin uzman görüşü alarak bilgiyi detaylandırma, bilgiyi yorumlama ve pekiştirme gibi bilişsel ve duyuşsal beceriler kazanması hedeflenir.
 Başka insanların hayatına, görevlerine anlayışlı ve saygılı olması hedeflenir.
 Öğrenilmesi gereken konu öğretmene bağlı olunmadan birincil kaynaktan elde edilmiş olunur.
 Geleneksel sınıf ortamından uzaklaşılır.
 İş birliği ve iletişim becerileri gelişir.

Sınırlılıklar

 Alanında uzman kişi öğrencilerin seviyesine inmekte zorlanabilir. Dolayısıyla öğrenci ve uzman arasında iletişim kopukluğu yaşanılabilir.
 Hazırlanma ve planlanma safhaları uzun zaman alabilir.
 Uzman kişiye erişim, uzman kişiden randevu almak zor ve zahmetli olabilir.
 Bu yöntem, öğrencilerin çabuk ve tutarlı düşünmesini, yerinde, anlaşılır soru sormasını istediği için her öğrenci bu etkinlikten/ yöntemden verim almayabilir (Tanık, 2022)
 Görüşme tekniği zaman, imkan ve hazırlık gibi şartların zor olmasından dolayı çok sık başvurulan bir öğretim tekniği değildir.
 Özgüveni düşük olan öğrenciler görüşme esnasında pasif olmak isteyebilirler.

Örnek Olay:
Murat, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenidir. Anlatacağı konular arasında “Günümüzde Yaşayan Yazarlarımız” adlı konu da vardır. Murat bu konuyu sadece sınıfta üstünkörü anlatmak istemez ve düşünür taşınır. Günümüzde yaşayan önemli bir yazar olan Orhan Pamuk’la iletişime geçer ve ondan randevu alır. Daha sonra Orhan Pamuk’u sınıfa gelmeye ikna eder. Bu bağlamda da öğrencilerine bilgi verir. Yapılacak görüşme için hazırlıklar yapılır, uygun sınıf ortamı oluşturulur, sorulmak istenen sorular Murat öğretmenin rehberliğinde hazırlanır. Orhan Pamuk uygun vakit geldiğinde sınıfa gelir. Orhan Pamuk yazarlık ile ilgili tecrübelerini, bilgilerini sınıfa aktarır. Daha sonra önceden hazırlanmış sorular yazara sorulur, yazar sorulara uygun cevaplar verir. Ayrıca önceden planlandığı gibi bu görüşme kayıt altına alınır. Bu görüşme hem sınıf için hem de Murat öğretmen için başarılı bir şekilde gerçekleşmiş olur ve ayrıca kalıcı bir öğrenme de sağlanmış olur. Murat öğretmen aldığı kaydı yazarında izniyle ileriki yıllarda derslerinde kullanmayı planlar.

Sonuç
Yukarıda genel hatlarıyla değindiğimiz görüşme tekniği eğer şartlar uygun olursa kullanılması elzem bir öğretim tekniğidir. Çünkü bu teknik birincil kaynaktan öğrenmeyi sağlamaktadır. Elbette bununla kalmayıp öğrencilerin geleneksel sınıf ortamının dışına çıkmasına imkan vermektedir. Ayrıca uzman kişilerin öğrencilerle doğrudan görüşme sağlaması, öğrenciler üzerinde olumlu bir etki yaratır. Öğrenciler, günlük hayatın kişiler üzerindeki getirilerini birinci elden görme fırsatı bulurlar. Birincil kaynaktan elde edilen bilgiler çoğu zaman öğretmenlerin sınıf ortamında sunduğu bilgiden daha kalıcı olduğu bilinmektedir. Bu halde görüşme tekniği öğrenciler için yepyeni pencereler açmaktadır. Uzman kişinin bilgi ve tecrübelerinden yararlanan bir öğrenci bilgi ve hayata daha farklı bakar. Fakat şunu unutmayalım ki görüşme tekniği sık uygulanamaz. Çünkü tekniğin getirdiği bazı sorunlar mevcuttur. Bunlar; uzman kişi ile iletişime geçilmesinin ve randevu alınmasının zor olması, planlama ve hazırlık safhalarının uzun sürmesi gibi nedenlerden dolayıdır. Ancak şartlar oluştuğu zaman kullanılabilecek bir tekniktir. Görüşme tekniğinin durumu ile ilgili bunları söylemek mevcuttur. Şahsi fikrim ise imkanlar el verdiği sürece tekniğin kullanılmasından kaçınılmamalıdır.

Kaynaklar
Yahşi, İ. (Ed.) (2015). Eğitim bilimleri ders notları (1. Baskı). Özgü Akademi Yayıncılık
Karabulut, G. (2021). Kpss öğretim yöntem ve teknikleri video ders notları. Hoca Kafası Yayınları.
Salman İçli, Z. (2021). Kpss program geliştirme / öğretim yöntem ve teknikleri video ders notları. Benim Hocam Yayıncılık.
Tanık, B. (Ed.) (2022). Kpss 2022 eğitim bilimleri konu anlatımlı modüler set öğretim yöntem ve teknikleri. Yedi İklim Yayıncılık.

Altay’dan Tuna’ya

Döt nala gelip Altay’dan
Anadoluyu yurt eyleyen
İslamın nuru ile yükselen
Bir milletiz biz.

Obasında ocağı sönmeyen
Sürülerinde koyunu bitmeyen
Ovasında kısrakları eksilmeyen
Bir milletiz biz

İslam’ı yüceltmek için
Can alıp, can veren
Kızıl elma’ya varmak için
Durmadan yürüyen biziz.

Gönlümüzdeki sevda
Canımız Vatana
Gözlerimizdeki ataş
Yeni yurtlara

Altay’dan Tuna’ya
Bu şanlı yolda
Gel bre gardaş
Birlikte, omuz omuza yürüye

Ok bir yana, yay bir yana
Kükre bir aslan gibi düşmana
Yerinde durmayan doru atlara
Vur terkiye, karşı düşmana

Ata mirası kurt kapanına
Al düşmanı, sen bir yana
Sal okları gitsin
ok bir yana, sen bir yana

Bu meydanda kaç yiğit düşer toprağa
Nice kanlar dökülür bu görklü vatana
Mert olan can verir milletine
Namert kaçar bakmadan arkasına.



Özel Öğretim Yöntemleri

ÖZEL ÖĞRETİM YÖNTEMLERİ – SINIF DIŞI ÖĞRETİM TEKNİKLERİ
GÖRÜŞME ( MÜLAKAT)
Öğrenilmesi gereken konuyla ilgili bilgilerin alanında uzman kişiler tarafından sınıf ortamında veya sınıf dışında aktarılmasına dayalı öğretim tekniğidir. Uzman kişi şartlar dahilinde sınıf ortamında ya da sınıf dışında planlı bir ziyaret ile bilgilerini öğrencilere doğrudan aktarır. Görüşme öğrencilerin doğrudan veya dolaylı olarak bilişsel ve duygusal gelişimlerine katkıda bulunur. Bu tekniğin en önemli amacı birincil kaynaktan bilgi sunmasıdır şeklinde söylenebilir.
Bu Teknikle İlgili Bazı Özellikler
-Belli bir konuda uzmanlaşmış kişilerle diyalog kurularak öğrenmeyi sağlamak amaçlanır. -Uzman kişinin konuyla ilgili bilgi, düşünce ve tecrübeleri öğrenciler üzerinde daha kalıcı ve etkileyici olur. -Görüşmeler “yapılandırılmış ( hazırlıklı) ve yapılandırılmamış (hazırlıksız)” olmak üzere ikiye ayrılır. -Öğrenciler geleneksel öğrenme sürecinden ve öğretmene bağlı olmaktan kurtarılması amaçlanır.

Görüşme Tekniği için Bazı Önemli İlkeler

  • Görüşme tekniği ve bu tekniğin uygulanacağı konu hakkında bilgi verilmelidir. -Mutlaka görüşmeden önce bir planlama yapılmalıdır. -Görüşme için soru hazırlanacaksa mutlaka öğretmenin rehberliğinde hazırlık yapılmalıdır. -Görüşme anında kayıt yapılacaksa öncelikle uzman kişiden izin alınmalı ve kayıtın nasıl yapılacağı planlanmalıdır. -Uzman kişi ile iletişime geçilmeli ve görüşmenin sınıfta mı sınıf dışında mı olacağı belirlenmelidir. –Görüşme sınıfta yapılacaksa eğer buna göre sınıf ortamı hazırlanmalıdır. -Ayrıca uzman kişi sınıfa getirildiği taktirde buna “ Kaynak Kişiden Faydalanma” da denilebilmektedir. —Bu tekniğin temel amacı öğrencilerin birincil kaynaktan öğrenmeyi gerçekleştirmesidir.

Yapılandırılmış ve Yapılandırılmamış Görüşme
A) Yapılandırılmış görüşmelerde sorular önceden hazırlanmış olur. Uzmana belli bir sıralama ile hazırlanmış sorular sorulur. Öğretimde bu teknik sıkça kullanılır.
B) Yapılandırılmamış görüşmeler ise kendiliğinden gerçekleşir. Bu görüşmelerde uzmana doğaçlama sorular sorulabilir.

Görüşme Tekniğinin Yararlılıkları ve Sınırlılıkları
Yararlılıklar:
-Farklı meslek grupları ve görüşleri tanıma olanağı sağlar. -Başkalarının görev ve sorumluluklarına anlayış ve saygıyla yaklaşmayı öğretir. -Öğrenci öğrenmesi gereken konu ile ilgili bilgiyi birinci elden alır. -Öğrenci görüşme sırasında uzmana soru sorarak özgüvenini arttırması beklenir. -Geleneksel sınıf ortamı daha yenilikçi bir ortama dönüşür. -Öğrencilerin araştırma, düşünme, problem çözme, inceleme ve sorgulama yetenekleri gelişir. -Öğrenciler işbirliği ve iletişim konularında gelişir. -Doğrudan bilgi edinme sağlanır. -İşitme ve konuşma temelli öğrenme tekniğidir. -Öğrencilerin bilişsel ve duyuşsal gelişimlerini destekler.

Sınırlılıklar:
-Uzman öğrencilerin seviyesine inmeyebilir. Bu da beraberinde öğrencilerin uzmanı anlayamaması ve öğrenmenin gerçekleşememesine sebep olabilir. -Hazırlık ve planlama safhaları uzun vakit alabilir. -Uzman kişiyi bulma, randevu alma gibi durumlarda zorluklar yaşanabilir. -Genellikle çabuk düşünmeyi, açık-anlaşılır soru sorma yeteneği gerektirdiği için öğrenciler etkinlik dışı kalabilirler. -Görüşme tekniği zaman, imkan ve hazırlık istediği için sık başvurulan bir teknik değildir.

Örnek Olay:
Murat Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenidir. Anlatacağı konular arasında “Günümüzde Yaşayan Yazarlarımız” adlı konuda vardır. Murat bu konuyu sadece sınıfta üstünkörü anlatmak istemez ve düşünür taşınır. Günümüzde yaşayan önemli bir yazar olan Orhan Pamuk’la iletişime geçer ve ondan randevu alır. Daha sonra Orhan Pamuk’u sınıfa gelmeye ikna eder. Bu bağlamda da öğrencilerine bilgi verir. Yapılacak görüşme için hazırlıklar yapılır, uygun sınıf ortamı oluşturulur, sorulmak istenen sorular Murat öğretmenin rehberliğinde hazırlanır. Orhan Pamuk uygun vakit geldiğinde sınıfa gelir. Orhan Pamuk yazarlık ile ilgili tecrübelerini, bilgilerini sınıfa aktarır. Daha sonra önceden hazırlanmış sorular yazara sorulur, yazar sorulara uygun cevaplar verir. Ayrıca önceden planlandığı gibi bu görüşme kayıt altına alınır. Bu görüşme hem sınıf için hem de Murat öğretmen için başarılı bir şekilde gerçekleşmiş olur ve ayrıca kalıcı bir öğrenmede sağlanmış olur. Murat öğretmen aldığı kaydı yazarında izniyle ileriki yıllarda derslerinde kullanmayı planlar.

GAZNE, KARAHANLI VE BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETLERİ DÖNEMİNDE TÜRKÇENİN GENEL DURUMU

Öncelikle Türkçe, Sümer, Akad dillerinden daha sonra yazıya geçirilmiş olsa da en az onlar kadar eski bir dil olduğu kabul edilebilir. Diller yazıya geçirilme vakti gelene kadar toplumların sözlü geleneğinde yaşar. Bu dönem karanlık dönem olarak adlandırılabilir. Ancak unutulmamalıdır ki karanlık dönem olarak adlandırılan zamanda diller milletin şarkılarında, destanlarında, deyim ve atasözlerinde yaşar. Hatta sözlü gelenek çerçevesinde gelişerek yol kat eder. Bu bağlamda Türkçenin M.S 7-8 asırlarında yazılı örnekler vermesine kadar ki gelen tarihi süreçte belli bir yol kat ettiğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla kat ettiği yolu biz ilk defa Türklere ait olan Orhun Yazıtları’nda görebiliyoruz. Daha sonra tarih süreç içerisinde Türkçe varlığını kanıtlamış ve çok değerli eserler vermiştir.

* Ele Alınan Devletlerin Yaşadığı Dönemde Genel Durumları
Bahsi geçen bu üç Türk-İslam devletinin yaşadığı dönem genel olarak mücadelelerin, yükseliş ve gerilemelerin, İslam dünyasının coğrafi olarak genişlediği, Türklerin kitleler halinde Müslüman olduğu bir dönem diyebiliriz. Selçuklu ve Gazne devletleri kendinden önceki Türk devletlerine göre daha kozmopolit coğrafyalarda hüküm sürmüşlerdir. Buna bağlı olarak da bünyelerinde çeşitli din, etnik yapı, farklı kültür ve dil barındırmıştır. Ayrıca İslam gerek devlet kademelerinde gerekse toplumda yerini almış ve sağlamlaştırmıştır. Ancak Karahanlı devleti kurulduğu coğrafya ve sahip olduğu toplumdan dolayı ulusal bir devlet profili çizmiştir. Halkının çoğunluğunun Türk olması beraberinde kültür, dil, edebiyat gibi birbirini tamamlayan unsurların bütünleşik bir süreçte gelişmesine neden olmuştur. Elbette İslam dinin kabul edilmesi toplumun yaşayış, kültür ve belli oranda dili üzerinde etkili olmuştur. Bu bağlamda ana unsurları Türk olan Karahanlı devleti daha ulusal bir çizgide olduğu için yaklaşık dört yüz sene hüküm sürmüştür. Ancak diğer devletler her açıdan kozmopolit bir yapıda oldukları için daha kısa ömürlü olmuştur.

*Daha da Öze İnersek
*Büyük Selçuklu Devleti
Büyük Selçuklu Devleti ilk olarak kurulduğu coğrafya ve kurucu unsurları Türklerden müteşekkirdi. Hatta ilerleyişleri de yine Oğuz Türklerinin yardımı ve desteği ile olmuştur. Ancak genişleme sahası katlandıkça bünyesindeki halklar çeşitlenmiş ve farklı diller, kültürler zuhur etmiştir. Dolayısıyla hükmettiği halk ve halkın dili olan Farsça ön plana çıkmıştır. Bu olaya biz ne kadar milliyetçi bir gözden baksak da belli oranda bu durum beklenmelidir. Çünkü yönettiğiniz halkı kendi dili ile yönetmez iseniz ileride büyük sorunlarla karşı karşıya kalmanız muhtemeldir. Ancak bu kurucu unsurları unutmak, bir tarafa atmak anlamına gelmez. Selçuklu, İran içlerine ilerlediği zaman İslam dini ve Fars kültürü ile iyiden iyiye hemhal olmuştur. Elbette bu da kültür etkileşimini beraberinde getirmiştir. Zamanla İslam, Fars hocaların nezaretinde öğrenilip Türkler arasında yayılmış ve temelleri sağlamlaştırılmıştır. Buna bağlı olarak Fars kültürü Türkler arasında yayılmış ve bilhassa saray çevresinde iyice benimsenmiştir. Farsça resmi dil olmuştur. Türkçe ise halk ve askerler arasında konuşulan bir dil haline gelmiştir. Dolayısıyla Selçuklu devrinden günümüze neredeyse hiç Türkçe eser kalmamıştır diyebiliriz. Ayrıca Türkçenin arka plana düşmesi, Türklerin kurucu olmasına rağmen kendilerine sırt çevrilmesi; Oğuz Türklerinin yönetime karşı isyan etme nedenlerinden biri olmasına sebep olmuştur. Sonuçta da devlet çok yaşayamamış ve yıkılmıştır.
Bu durumda doğrudan devletin yıkılmasını Türkçenin durumuna bağlamak elbette doğru değildir. Ancak yıkılma sebeplerinden biri olduğunu bilmek elzemdir.

*Gazne Devleti
Bu devletin durumu biraz daha karışıktır. Çünkü devletin kurulduğu coğrafya tabiri caizse bataklığın ortasıdır. Bir devletin orada var olması hassas dengelere bağlıdır. Devletin yönetici kısmı çoğunlukla Türklerden oluştuğu için sarayda Türkçe çok yaygın olduğu sanılmaktadır. Keza orduda da Türkçe ilk başlarda yaygındı ancak daha sonraki girift yapıdan dolayı askerler arasında Türk soylu olanların nüfusu azalmıştır. Gazneliler de Selçuklular gibi Farsçayı resmi dil olarak benimsemişlerdir. Ancak bünyesindeki halk kendi dillerini konuşmaya, kültürlerini yaşamaya devam etmiştir. Türkçe ise daha sınırlı alanda konuşulmuştur. Elbette bu durumun en büyük sebebi yönetilen halkın farklı milletlerden bir araya gelmesidir. Farklı milletler bünyesinde farklı dil, din ve kültürler barındırırlar. Bu denli kozmopolit devletlerin ömrü kısa olur. Nitekim Gazne hükümranlığı kısa soluklu olmuştur.

*Karahanlı Devleti
Karahanlılar kuruldukları muhit ve kurucuları bakımından diğer iki devlete göre farklı bir konumdadır. Ayrıca Türkçenin tarihi gelişimi açısından da önemli bir yere sahiptir. Öncelikle Karahanlı Devletinin kurucuları, kültürü, dili bakımından Türk unsurlarından meydana gelmektedir. Bu bağlamda da Türkçenin hem gelişmesini hem de zengin eserler vermesini beklemek olağandır. Bünyesindeki çoğunluğun Türk boylarından oluşması her açıdan ulusal bütünlük, ulusal devlet anlayışının gelişmesini sağlamıştır. Dolayısıyla ulusal devletler diline, kültürüne çok önem vermektedir. Bu unsurlar devleti ve milleti ayakta tutan mihenk taşlarındandır. Bu durumda da devletin daha uzun süreli olması kaçınılmazdır. Sonuçta Karahanlı Devleti diğer Türk devletlerine göre hem daha uzun yaşamış hem de Türkçenin gelişimine katkı sağlamıştır.

*Sonuç
Türkçenin kaderini belirleyen Türk devletlerinin sınırları olmuştur. Kurulan veya yayılan memleketlerin sosyal-ekonomik yapıları Türkçenin kabul edilebilirlik durumunu ya yüceltmiş ya da alçaltmıştır. İran içlerine yayılan Selçuklular zamanla Farsçayı benimseyip Türkçeyi geri plana atmıştır. Elbette bu durumda coğrafya ve o coğrafyada yaşayan halklar etkili olmuştur. Keza Gaznelilerde de aynı durum mevcuttur. Bünyelerindeki farklı diller Türkçenin geri plana atılmasına sebep olmuştur. Ancak Karahanlılar için durum daha farklıdır. Devletin unsurları ve coğrafyası Türklerden oluşması hem Türkçenin varlığı için hem de devletin uzun süre yaşamasında etkili olmuştur.
Son olarak Türkçenin kaderi coğrafya ile doğrudan bağlantılıdır diyebiliriz. Bu duruma istinaden “ Coğrafya kaderdir” sözünü hatırlatmayı yerinde buldum.

İZLENİMCİ (ÖZNEL) ELEŞTİRİ İLE BİLİMSEL – NESNEL ELEŞTİRİNİN AYRILDIĞI HUSULARI ANLATAN BİR YAZI.


Öncelikle birbirinden farklı iki eleştiri türünü tanıyalım. Öznel yani izlenimci eleştiri kısaca: Bir eleştirmenin tamamen kendi bakış açısıyla bir edebi eseri incelemesi, eleştirmesidir, diyebiliriz. Nesnel yahut bilimsel eleştiri ise: Bir eleştirmenin herhangi bir edebi yapıtı bilimsel olarak, taraflı olmayacak bir şekilde veyahut bilimsel taraflılıkla olacak şekilde incelemesi, eleştirmesi diyebiliriz. Bu kısa girişten sonra asıl konumuza yani iki eleştiri türünün ayrıldığı noktaları, eleştirmenlerin yöntemleri, görüşleri üzerinden anlatmak yerinde olacaktır. Öncelikle Türk edebiyatının önemli isimlerinden olan Nurullah Ataç’ın izlenimciliğine bakarsak şunları görürüz. Nurullah Ataç, bir eseri ele alırken oldukça rahat ve taraflı davranır. Bu eseri beğenme standartlarını kendi zevkine göre belirler. Eseri eleştirirken kullandığı dil ise kendine has ve eseri beğenip beğenmemesine göre değişir. Görüldüğü üzere Ataç oldukça rahat bir şekilde eleştirisini yapabiliyor. Fakat bu rahatlık ve nesnellikten uzak eleştiri tarzı bilimsel – nesnel eleştirmenler için kabul edilemeyecek bir durum olabiliyor. Şimdi birde nesnel – akademisyen bir eleştirmen olan Mehmet Kaplan üzerinden bilimsel- nesnel eleştiriyi görelim ve iki eleştiri türünün ayrıldığı hususlara bakalım. Tanpınar’ın öğrencisi olan Kaplan akademisyen olması dolayısıyla bir edebi eseri incelerken bilimselliğe tabiri caizse sıkı sıkı bağlı kalmaya çalışmıştır, diyebiliriz. Kaplan bir edebi eseri incelerken, aynı sanatçıya ait başka eserler ile incelediği eser arasında bağlantı kurmaya çalışarak, karşılaştırma yaparak eseri daha iyi anlamaya çalışır. Bu çalışmayı yaparken objektif olmaya gayret eder. Kaplan eseri incelerken teorikten ziyade uygulamalı olarak ele almayı tercih ediyor. Ayrıca savunduğu bir şeyi kanıtlıyor. Bu durumda bir tezi varsa uygulamalı olarak gösterip kanıtlamış oluyor. Ataç ve Kaplan’ın iki farklı eleştiri türünü nasıl temsil ettiğini görmüş olduk. Sonuç olarak izlenimci eleştiri öznel, bilimsel metotlar olmadan eleştirmenin kendi zevki bağlamında eseri ele almasıdır diyebiliriz. Bunu Nurullah Ataç’ın eleştiri tarzında görmek mümkündür. Fakat Kaplan’ın eleştiri tarzı yani bilimsel –nesnel eleştiri ise bambaşka bir yerde. Çünkü nesnel eleştiri öznel olamaz! Nesnel eleştiri eseri incelerken objektiftir. Eseri bilimsel yöntemlere göre ele alır ve bu bağlamda meydana gelen inceleme tarafsız ve bilimsel bir argüman olur.

ELE ALINAN EDİP KEÇEÇİZADE İZZET MOLLA



Kısa ve öz bir biçimde İzzet Molla’yı ele alalım. İzzet Molla 1786’da İstanbul’da doğdu. Babası, devlette görevli bir memurdur. Edibimiz iyi bir eğitim aldı. İzzet Molla ilk görevini 12 yaşında başladı. Ancak ilk resmi görevini Bursa müfettişliğidir. Mevlevi olan Hâlet efendi ile tanıştı ve kısa sürede çevresi genişledi, kısa sürede itibarı arttı. Bir zaman medrese müderrisliği yaptı. Galata kadılığına kadar yükseldi. Yunan isyanında çıkan tatsız olaylardan sonra Konya’ya daha sonra Edirne Keşan’a sürgün edildi. Keşan’da meşhur “Mihnet Keşan” mesnevisini yazdı. Daha sonra affedildi ve İstanbul’a tekrar döndü. Rus savaşına karşı muhalif olduğu için padişah 2.Mahmut tarafından idamına ferman çıkarıldı. Ancak araya giren üst düzey devlet adamları sayesinde Sivas’a sürgüne ( kalebentlik) gönderildi. 1829’da Sivas’ta öldü. ( Şentürk, Kartal 2018, 684-86)

Edebi kişiliği ve eserleri: Klasik edebiyatın son üstatlarından kabul edilmekte. Gazel yazmada ustadır diyebiliriz. Mahallileşme akımını devam ettirse de çok başarılı olamadığı kabul edilir. Yaşadığı hayattan mı bilinmez; şiirlerinde karamsarlık havasının sezildiği düşünülmektedir. Ancak yapılan çalışmalara bakıldığında son şiirlerinde, yaşının verdiği olgunlukla hikemi tarza kaydığı sonucu ortaya konmaktadır. Ayrıca şiirlerinde konuşma dilini ve folklorik unsurları kullanıyor ve yaşanılan hayattan aktardığı olayları sade bir şekilde aktarmış ayrıca halk söyleyişlerine yer vererek anlatımı canlı tutmaya çalışmıştır.

Eserleri: 1. Devhatü’l-mehâmid fî-tercemeti’l-vâlid (1811). 2. Gülşen-i Aşk: Şeyh Galip’in mesnevisine benzer. 3. Mihnet-Keşân: Sergüzeştname türünde önemli ( içerik ve kullandığı teknik açıdan). 4. Bahâr-ı Efkâr. 5. Hazân-ı Âsâr. 6. Nâz u Niyâz.



KAYNAKLAR

-ŞENTÜRK Ahmet Atilla, KARTAL Ahmet, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul 2018.

-KORKMAZ Ramazan, Keçecizade İzzet Molla ( Hayatı- Sanatı- Edebî Kişiliği), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c: 10 /s:1 (2000), s. (93-117).

-İslam Ansiklopedisi, Türk Diyanet Vakfı, http://www.islamansiklopedisi.org.tr, (ER: 27.6.2021)

-Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ahmet Yesevi Üniversitesi, http://www.teis.edu.tr, (ER: 27.6.2021)

ÇALIKUŞU ROMANI

ÇALIKUŞU ROMANI

ÇALIKUŞU ROMANIN ÖZELLİKLERİ:



Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin tarafından 1922 yılında yazılmış romandır.

Ağırlıklı olarak Anadolu da geçen roman olmasıyla birlikte arka planda Osmanlı’nın son yıllarını anlatan bir romandır.

Kitabın son kısmı hariç ki bu bölüm dışarıdan bir gözlemcinin anlattıklarıdır, romanın ana kahramanı Feride’nin hatıra defteri şeklinde yazılmıştır.

Eser Cumhuriyet öncesi ve sonrası ilk yılların sosyal hayatını ele alması bakımından da önem taşımaktadır.

Romanın final yılları Kurtuluş savaşı yıllarına denk gelmesine rağmen roman, savaş döneminin yansımalarını özellikle es geçen bir tutumla yazılmıştır.

Savaşın getirdiği siyasi, ekonomik, sosyal hatta düşünsel değişimler romanda yer almamış, romancı (yazar) sevecen, sıcak, içten ve yalın bir yaklaşımla bireylerin aşk ve toplumsal yaşamda düştükleri ikilemler sosyal yapıdan kaynaklanan çatışmalar karşısındaki serüvenleri ile dile getirmeyi tercih etmiştir.

Çağına göre iyi bir eğitim almış olan, modern düşünen, davranan buna rağmen Türk kızı kimliğini ve özelliğini yitirtmeyen Feride’nin toplumun genel eğilimleri ile çatışması romanın hareket noktasıdır.

Tolumun kanıları, yargıları, tutum ve davranışları ile çelişen afacan ruhlu Feride’nin masum aşk macerası ve geri kalmış toplumsal yapı içinde tutunma mücadelesi eserin temasını oluşturur.

Çalıkuşu, duygusal bir olayı anlatmakla birlikte dönemin toplumsal sorunlarının eleştirel olarak da ortaya koymaktadır.

Çalıkuşu, Türkiye’de yeni ve modern bir dönemin başlamasını özendiren bir roman kabul edilmektedir.

Roman, anlatım yönünden iki farklı teknikle yazılmıştır.

Bu anlamda final bölümüne kadar romandaki anlatıcı Feride’nin kendisi ve günlüğüdür.

Bu yönüyle final bölümüne kadar roman günlük tekniğinin yerine, gözlemci anlatıcı devreye girerek final bölümü verilmiş olur.

Çalıkuşu beş bölümden meydana gelmiştir. İlk dört kısım Feride’nin hatıra defteri, son bölüm ise romanın finaldir.



ROMANDA YER:

Roman, İstanbul, Tekirdağ, İzmir, Zeyniler ve ismi verilmeyen diğer birkaç Anadolu köyleri ve Çannakkale’dir.



ROMANDA ZAMAN:

Roman, Cumhuriyet öncesi yıllarında Kurtuluş savaşı başladığı yıllardaki Osmanlı topraklarında geçmekte, Cumhuriyet sonrasına da uzamaktadır.



ROMANIN KONUSU: Çalıkuşu romanında Feride’nin yaramazlıkları gençlik döneminde teyzesinin oğlu Kâmran’ı kıskanması, yaşadığı bu duyguların aşk olduğunu anlaması ve Kâmranla nişanlandıktan sonra İstanbul’u terk edip Anadolu’nun ücra köşelerinde çektiği maddi ve manevi sıkıntılardır.

Bu roman bir yandan Feride ile Kâmran arasındaki aşk diğer yandan Anadolu insanlarının sefaleti, geri kalmışlığı, dar düşünceleri ve cehaleti karşısında tutunmaya çalışan aydınların çatışmaları eserin başlıca temalarından biridir. Ayrıca yazar o dönem Türkiye’sinde eğtim-öğretim kurumlarındaki aksaklıkları, yetersizlikleri, bürokrasiyle ilgili çarpıklıkları da tüm çıplaklığıyla aktarmak istemiştir.

Romanda eğitim öğretimde gerilik ve imkânsızlıklar, bürokrasideki çarpıklıklar, çıkar çarkları düzenbazlıklar, insanlardaki taasup ve çok eşli olmaya meyyal tutumlarından kaynaklanan geleneksel ama çağdaşı yaklaşımlar ve bakış açıları “Yaşlı insanların genç kızları kuma olarak istemeleri, yaşlı adamların genç güzel ve aydın genç kızları elde etmeye kalkışmalarının toplum tarafından yadırganmaması, Anadolu’daki halkın yoksulluğu ve geri kalmışlığı romandaki başlıca sosyal temalardır.

Romanda sevgi, “merhamet”, “acıma”, “şefkat” duyguları da başlıca temalardır. Feride, soğuk bir kış gecesinde, kapısına donmuş bir hâlde gelen Munise’ye acır, onu bir anne şefkatiyle kucaklayıp evlat edinir. Doktor Hayrullah Bey, gönlü yaralı Çalıkuşu’nu Anadolu’nun ücra bir köşesinde görünce ona acır. Onun mutlu olması için elinden geleni yapar. Feride’yi kız yerine koyar, baba şefkatiyle sever. “Ölüm” ve “ayrılık” temalarının da etkisi büyüktür. Kader, âdeta Feride’yi yalnız bırakmak için onun sevdiklerini teker teker elinden alır.

Çalıkuşu romanının en önemli teması, Feride ile Kâmran arasında yaşanan “aşk” tır. Roman kahramanı olan Feride, Kâmran karşısında hırçınlaşıp ondan nefret ettiğini söylese de yaşadığı yıllar boyunca Kâmranı hep sevmiştir”.





ROMANIN KAHRAMAN VE TİPLERİ:

FERİDE: Ela gözlü, çok kişinin hayran olduğu güzellikte, hareketli, sevimli ve idealist bir genç kızdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında halkın cehaletiyle savaşan aydın Türk kızını temsil etmektedir.

Duygusal, iyi eğitimli, hareketli, bir genç kızdır, annesini kaybetmiş, teyzesinin yanında yaşamaya başlamıştır. Yerinde duramadığı daldan dala atladığı için ona “Çalıkuşu “ denmiş bu lakap ona miras kalmıştır. Feride, Cumhuriyet Türkiye’sinde esas olacak yeni bir kız tipidir. Feride, çocukluğundan beri kendini ezdirmeyen, haklarını savunabilen, insanlarla kolaylıkla diyalog kurabilen, kültürlü, dışa dönük bir kızdır.



KÂMRAN: Sarışın, kıvırcık saçlı, mavi gözlü, nazik ve kibar bir genç. Eserde Feride’nin sevdiği delikanlı olarak karşımıza çıkar. Genç, yakışıklı ve kibar biridir. Feride’yle nişanlı olmasına rağmen Avrupa’da Münevver adında bir kadınla ilişki yaşar. Fakat bu ilişkiyi Feride’den saklar. Evlenmelerine üç gün kala Feride, bu ilişkiyi öğrenir ve kendisine yapılan bu ihaneti affetmez.



MÜNEVVER: Kâmran’ın Feride ile nişanlıyken Avrupa’da tanışıp ilişki yaşadığı kadındır. Feride’nin yaşamını altüst ederek ona beş yıllık gurbetlik çektiren rakip kadın tiplemesidir.





NERİMAN: Feride’nin teyzesinin köşküne gelip giden misafirlerden biridir. Bir sene evvel kocasını kaybetmiş, haincesine güzel, giyinmesini bilen süslü dul bir kadındır. Kâmranla yan yana olduğu sırada Feride görmüş ve Kâmrana aşık olduğunu anlamıştır.



DOKTOR HAYRULLAH: Mavi gözlü, şirin bir çehreye sahip, iri yapılı, iyi kalpli ihtiyar bir askeri doktordur. Feride’yi dedikodulardan koruyan bir kalkan görevi görür ve onunla sahte bir evlilik yapar. Romanda babacanlığın sevginin, şefkatin ve yardımseverliğin timsali olarak karşımıza çıkar.



MUNİSE: Sarışın, beyaz tenli, iyi kalpli çok saf ve temiz bir köylü kızı. Romanda Feride’nin sahip çıktığı bir kız olarak önemli bir yer almıştır. Anadolu halkının cehaletini, temiz kalpliliğinin yoksulluğunun ve kimsesizliğinin timsalidir.



HATİCE HANIM: Zeyniler köyünde çocukları okutan, okulun temizlik işleriyle ilgilenen yarı öğretmen yarı hademe durumundaki yaşlı bir kadındır. Çocuklara dayak atar, dayakla uslanmayanları tabuta benzeyen bir dolabın içine koyar, “Ölüm, teneşir, kabir, zebani, cehennem” gibi korkunç kelimelerle dolu ilahiler öğretir. Anadolu’daki yarı aydın ve cehaletin timsali olarak karşımıza çıkar.



NİZAMETTİN BEY: Feride’nin babası, süvari binbaşısıdır. Güzide Hanımla evlendikten sonra İstanbul’dan ayrılmış, bir daha da dönememiştir; Diyarbakır’dan Musul’a, oradan Hanıkın’a, Kerbela’ya sürekli tayin olmaktadır.



MÜJGAN: Feride ve Kâmran’ın yakın dostları, sırdaşları ve aynı zamanda Feride’nin teyzekızıdır. Feride’den üç yaş büyüktür. Feride’nin akraba çocukları arasında en çok sevdiği, sırrını paylaştığı, dertleştiği kişi Müjgân’dır. Feride’nin çılgın ve yaramaz olmasına karşın Müjgân o kadar olgun ve ağırbaşlıdır.



HAFIZ KURBAN EFENDİ: Feride’nin Ç…’de iken oturduğu eve bitişik komşusudur. Cahil, gözü dışarıda olan, karısına değer vermeyen, ahlâksız bir adamdır. Hafız Kurban Efendi, karısını evlilik teklifini bildirmek üzere Feride’ye gönderir. Feride, bu teklifi kabul etmez.



REŞİT BEY: İzmir’de Maarif Müdürü’nün odasında Feride’ye “Fındıkkurdu” diye laf atan, yaşlı, zengin bir adamdır. Feride’yi kızlarına Fransızca dersi vermek üzere köşküne getirir.



İHSAN BEY: Ç…’de “Gülbeşeker” olarak tanınan Feride’yi görebilmek için amele kılığına girip okulun yanındaki bahçede çalışan bir askerdir. İhsan Bey, çok zengin olan amcası Abdürrahim paşa’nın konağında sütannesi aracılığıyla Feride’ye evlenme teklifinde bulunur. Yakınına düşen bir bomba, yüzünün yarısını feci bir şekilde yakmış ve bu yara yüzünü korkunç derecede çirkinleştirmiştir. Yaralı olarak Feride, Kâmran’dan nefret ettiğini ispatlamak amacıyla İhsan’a evlenme teklifi yapar. İhsan bu teklif karşısında çok mutlu olur, fakat bu teklifin sevgiden değil de acıma ve merhametten kaynaklandığını bildiği için oradan uzaklaşır.











ROMANIN ÖZETİ

Birinci Bölüm: Roman Feride’nin çocukluk yıllarında Mısır, Suriye ve Ortadoğu henüz Osmanlı sınırları içinde olduğu bir zamanda başlar. Feride’nin babası Nizamettin adında bir süvari binbaşısıdır. Askeri görevleri dolayısıyla sürekli yer değiştirmektedir. Feride’nin annesi ile evlendiğinde babası Diyarbakır’a göreve gönderilmiştir. Diyarbakır, Musul, Bağdat ve Kerbela’ya geçerek sürekli yer değiştirmekte gittiği yerde iki sene üst üste kalamamaktadır. Roman Feride ve ailesi Musul’dayken hareket kazanır. Feride üç yaşına girmeden babası annesi ve Feride’yi Musul’da bir köye göndermiştir. Feride’nin annesi Güzide hasta bir kadındır ve Feride ile ilginememektedir. Bu yüzden Feride’yi Fatma adında bir Arap kadın dadılık yapmaya başlamıştır.

Fakat dadısı Fatma, Feride dört yaşındayken evlenip gidecek Feride bu olaya çok üzülüp günlerce ağlayacaktır. Feride ile babasının sakat bir süvari neferi ilgilenmeye başlayacaktır. Annesi iyice kötü olmuştur. Bu arada üç yaşına kadar Musul’da yaşamış olan Feride buradaki kuraklıktan dolayı ailesi ile birlikte Kerbela’ya göçmüştür. Babası, annesinin ölmeden önce ailesini görmesi için Feride ile annesini İstanbul’a yollar. Fakat İstanbul’a yetişmeden Feride’nin annesi Beyrut’ta vefat eder.



Babası Feride’yi neferi Hüseyin ile İstanbul’a ve Feride’nin İstanbul’daki teyzesi ve büyükannesinin yanına yollar. Feride, teyzesinin yanına İstanbul’a gelir. İstanbul’da yeni akrabalarıyla tanışan Feride, burada da yaramazlıklarını sürdürür. Sadece Besime teyzesinin oğlu olan Kâmran’a karşı çekingendir. Kâmran yaşça Feride’den büyük, uslu ve ağırbaşlı efendi birisidir. Feride dokuz yaşındayken bu defa da büyükannesini kaybeder. Büyükannesi vefat ettiğinde babası da tesadüfen İstanbul’dadır. Babasını bu defa Trablus’tan Arnavutluk’a yollamışlardır. Babası onu bir Fransız yatılı okulu olan Sör Mektebi’ne gönderir. Feride bu okulda on sene okuyacaktır. Yaramazlıklarını okulda da devam eden Feride arkadaşlarından ayrı ve tek başına oturtulmaktadır.



Feride bir çok kişinin cesaret edemeyeceği işlerde yapmakta, ağaca tırmanıp ve daldan dala atlamaktadır. Bunu gören muallim ona “Bu kız insan değil ÇALIKUŞU” diye bağırır ve o günden sonra Feride’nin adı” ÇALIKUŞU” olarak kalmıştır. Feride okul yıllarındayken babasını kaybetmiş teyzesi dışında tamamen kimsesiz kalmıştır.



Yaz tatillerini Besime teyzesinin Kozyatağı’ndaki köşkünde geçirmektedir. Besime teyzesinin iki çocuğu vardır. Büyük olanının adı Kâmran küçük kız kardeşi ise Nevmiye’dir. Çalıkuşu akraba çocuklarıyla pek geçinmemekte hepsini yıldırmaktadır. Fakat teyzesinin oğlu Kâmran’a karşı he zaman bir çekimserlik duymaktadır. Kâmran’a kötülük yapmak istemekte gizli gizli ayağına taş atıp, gözüne kum serpmektedir. Bu yaramazlıklarına karşın Kâmran çok fazla sinirlenip kızmamaktadır.



Bir yaz tatilinde Feride ağaca tırmanmış Neriman adında yirmi beş yaşında bir dul kadının konuşmasını duymuştur. Neriman Kâmran’ı etkilemek ve elde etmek istemektedir. Çalıkuşu bir akşam kiraz yemek için ağaca çıktığında Neriman ve Kâmran’ı bahçede öpüşürken görmüş ve dayanamayarak gülmüş, Neriman kaçmış ve Kâmran Feride ile konuşmuştur. Feride bu olaydan kimseye bahsetmeyeceğine dair Kâmran ve Neriman’a söz verir. Bu hadise ile Feride’nin da Kâmran’a ilgi duymasına yol açacaktır. Bu günden sonra Kâmran Feride’den korkmaya başlar ve bu olayı kimseye anlatmaması için, Neriman ve Kâmran Feride’ye düzenli aralıklarla hediyeler göndermeye başlar.



Okuldaki kızlar yaz tatilinde yaşadıkları aşkları birbirlerine anlatmaktadır. Feride’nin Mişel adında aşk düşkünü bir arkadaşı vardır. Feride’de, kendini aşk yaşamayacak kadar saf ve aptal olarak düşünmemeleri için bir aşk hikâyesi uydurur. Kâmran ile Neriman arasında yaşanan o sahneyi kendisi varmış gibi anlatır. Mişel bu hikayeye inanmıştır. O günden sonra kızların Çalıkuşu hakkındaki düşünceleri değişmiştir. Kâmran’ın sık sık mektebe uğrayıp, ağaçta gördüklerini kimseye anlatmaması için Feride’nin çok sevdiği fondan şekerleri getirmektedir. Bu olaylar okuldaki kızlara, Feride’nin bu hikâyesinin yalan olmadığına dair bir kanıt olmaktadır.

Diğer yaz Feride Tekirdağ’daki teyzesine gitmiş. Teyzesinin kızı ve kendinden birkaç yaş büyük olan Müjgân ile çok iyi dost ve sırdaş olmuşlardır… Çalıkuşu Kâmran ile kurduğu aşk hikâyesini Müjgan ablasına da anlatır. Müjgân, Feride’nin Kâmran’ı sevdiğini anlar ve her zaman Feride’nin ağzından Kâmranla ilgili laf almaya çalışır. Birkaç hafta sonra Kâmran da Tekirdağ’a teyzesine gelir. Bir gün Müjgan ile Kâmran konuşmaya başlar. Çalıkuşu Kâmran’ı sevdiğini reddetmiştir. Müjgan Feride’nin yalan hikâyesini Kâmran’a anlatır. Bunu uzaktan gören Feride bir şeyler hissetmiş gibi oradan kaçmaya başlamıştır.

Feride Müjgân ablasının tahmin ettiği gibi Kâmran’ı çok seviyor, fakat nedense Kâmran’a karşı çok çekingen davranıyor, onunla yan yana gelmemeye özen gösteriyor ve doğru düzgün konuşmuyor, Kâmran’dan kaçıyordu.



Bir gün Feride komşu çocuklarını salıncakta sallamaktadır. Kâmran kendisini de sallamasını ister. Feride önce tereddüt etmiş ama Kâmranı da sallamaya başlamıştır. Kâmran sallanırken ip kopmuş ve yere düşmüştür. Ayağa kalktıklarında Kâmran her şeyi öğrendiğini söyler ve Feride’ye evlenme teklif eder. Bu olaydan sonra Feride ile Kâmran nişanlanırlar.



Kâmran’ın sık sık Feride’nin okuluna uğramasının, yazın Tekirdağ’a gelmesinin nedeni Feride’yi sevmiş olmasıdır. Fakat Kâmran’ın İspanya’daki amcası Kâmranı yanına sefaret kâtibi olarak çağırır. Feride ile bunu konuşurlar ve Kâmran Avrupa’ya gider. Dört yıl sonra Kâmran dönecek, Feride’de mezun olacak ve evleneceklerdir. Bu memuriyet dört sene olmasına rağmen ikisi için de çabuk geçer. Fakat düğüne üç gün kala hiç beklenmedik bir olay olur. Feride bahçede dolaşırken kapının önünde siyah çarşaflı bir kadın görür ve o kadın Feride’ye Kâmran’ın Avrupa’da Münevver adında bir sevgilisinin olduğunu söyler. Yanında Kâmran’ın yazdığı bir mektubu getirir ve okur. Mektubun bir bölümünde Kâmran “sarıçiçeğim” diye hitap etmektedir. O gece Feride teyzesine ve Kâmran’a da şu notu yazarak ayrılır: “Kâmran Beyefendi.”Sarı Çiçek” romanını baştan başa öğrendik. Bir daha ölünceye kadar birbirimizi görmek yok. Senden nefret ediyorum” Feride derhal evi terk eder ve kendi hayatını kurmak ve yaşamak için Anadolu’ya gitmeye karar verir.



İkinci B ölüm: Bu olaydan sonra Feride’nin Anadolu macerası başlar. Maarif Nezareti’ne gitmeden önce Gülmisal Kalfa adındaki eski bir kalfalarının evinde kalır. Gülmisal Kalfa Feride’ye biraz para verir. Feride ertesi gün Maarif Nezareti’ne gider. Bursa’nın merkez rüştiyesinde Coğrafya ve Resim muallimliğine tayin edilir. Feride Bursa’ya gittiğinde bir başkasının daha aynı göreve atandığını görür. Bu görev Feride’ye çıkartılmıştır. Fakat Feride müdürün ısrarı ve diğer öğretmenin ağlayışları ile hazırlanan tuzağa düşmüştür. Böylece Bursa’nın yakınında Zeyniler Köyünde muallimliğe başlamıştır. Müdürün Feride’yi kandırmak için öve öve bitiremediği Zeyniler Köyü daha doğru dürüst yolu bile olmayan hatta okulu bile ahırdan bozma bir yerdir.



Feride’nin gittiği köyde insanlar mezarlıkla ve ölümle iç içe yaşamaktadır. Çocukların oynadığı oyunlar, söyledikleri şarkılar bile tabutlar, cesetler ve ölümle ilgilidir. Okul eski bir ahırdır. Köylüler on bir yaşından büyük erkek çocuklarını yetişkin bir erkekten sayıp başka bir köye göndermektedir. Çünkü erkek ile kızların birlikte okumalarının sakıncalı olduğuna inanmaktadırlar. Feride bu köyde insanlara yardım edip onları ve çocuklarını eğitmeye onları hayata kazandırmaya çalışmaktadır.

İlk günden beri Munise adında beyaz tenli sarışın, üvey annesi olan gerçek ve annesi bir jandarma ile kaçtığı için kötü kadın olarak bilinen ve bu yüzden dışlanan bir öğrencisini çok sevmeye başlamıştır. Bu kız sürekli hırpalanıp, dayak yemek üzereyken evden kaçar ve iki gün kayıp olur. Herkes öldüğünü düşünürken Munise Feride’nin evine sığınır ve onun yanında bir gece kalır. Bu olaya çok üzülen Feride evine sığınır ve onun yanında bir gece kalır. Bu olaya çok üzülen Feride bu kızı evlat edinir. Bir gece köyde Jandarma ile eşkıya arasında çatışma olur yaralı bir Jandarma köyün misafir odasına getirilir. Hayrullah adında bir askeri Doktor, Feride’yi çağırır, hastaya bakmasını ister. Feride bu doktora çok ısınır, dost olurlar. Bir gün köye bir müfettiş gelir ve okullarını ziyaret eder. Bu ahırdan bozma okulu müfettiş gördüğünde bu okulda ders yapılmayacağını söyler ve okulu kapatmaya karar verir. Feride’ye ise onu başka bir okula tayin edeceğini söyler.



Feride Munise’yi ve hediye aldıkları bir keçi yavrusunu da alarak Bursa’ya döner. Hacı Kalfa’nın yardımıyla güzel bir ev tutar. Feride, Maarif müdürünün yanına gittiğinde müdür ona açıkta yer olmadığını söyler. Ama müdürün odasında eski bir arkadaşını görüp, onunla Fransızca konuşmaya başlayınca bu olay sayesinde Bursa Darülmuallimatında çalışmaya başlar.



Feride çok güzel olduğundan başından bir çok olay geçer. Feride’ye burada “İpekböceği” ismi takılır, güzelliği ile dillere düşer. Okuldaki günleri çok iyi geçmektedir, fakat okulda çok sevdiği ve kendisine çok yakın hissetiği Şeyh Yusuf Efendi, Feride’ye aşık olmuştur. Üstelik bunu Ferie’den başka herkes bilmektedir. Bir gün bunu bir arkadaşı Feride’ye söyleyince Feride çok utanır ve Artık insan çıkamaz olur. Çünkü Şeyh Yusuf hastalanmıştır. Herkes Feride’ye suçluymuş gibi bakmaya başlamıştır. Okunun müdiresi dayanamayıp Feride’nin gitmesini ister. Maarif müdürünün emriyle Çannakale Rüştiyesi’ne tayin emri çıkar. Gitmeden önce kendisine aşık olan müzik öğretmeni Yusuf Beyin ölmek üzere olduğunu ve son isteğinin Feride’yi görmek olduğunu öğrenir ve son nefesinde Yusuf’a org çalar. Giderken Zeyniler’den aldıkları keçiyi Hacı Kalfa’ya bırakmak zorunda kalırlar ve Munise üzülmesin diye altı tane kuş satın alır. Feride buradan Çannakale’ye tayin edilir.











Üçüncü Bölüm: Feride, Munise’yi de alarak Çanakkale’ye yerleşir. Çanakkale’de de Feride’nin güzelliği başına bela olur ona “Gülbeşeker” ismini takarlar. İlçedeki tüm delikanlılar ondan bahsetmektedir. O çevrenin en zengin ailesinin kızlarının öğretmenliğini yapan Feride, kızın da isteğiyle konağa davet edilir. Fakat bu davetin sebebi başkadır. Konağın sahibi Nerime Hanımın amcası soylu bir aileden gelen binbaşı İhsan’dan evlenme teklifi alır ama Feride reddeder. Bu olaydan kısa bir süre sonra Hafız Kurban Efendi adında evli bir adamdan daha evlenme teklifi alan Feride bu teklifi de reddeder. Bir süre sonra da Nazmiye adında bir arkadaşının davetini kabul eder.



Nazmiye, Feride’yi nişanlısı ve nişanlısının en yakın arkadaşı olan Burhanettin adında biri ile tanıştırır. Daha sonra yemeğe indiklerinde bütün salon Burhanettin ve Gülbeşeker diye inliyordur. Bu davet aslında Burhanettin Bey ile Feride’nin arasını yapmak için düzenlenmiştir. Feride artık sokağa çıkamaz olmuştu. Feride davet edildiği bir bağda bayılır ve gelen doktor onu tekrar Çanakkale’ye götürür. Bu olaylardan sonra Feride kendini kötü hissetmeye başlar ve Çanakkale’yi terk etmeye karar verir. Çanakkale’de de daha fazla kalamayacağını anlar ve okulun müdiresinin birkaç yakın arkadaşı ile görüşmek için İzmir’e gider.











Dördüncü Bölüm: İzmir’de işler istediği gibi gitmez. En sonunda oranın en zenginlerinden biri olan Reşit Bey’in kızlarına Fransızca dersi vermeyi kabul eder. Artık Feride ve Munise köşkte kalmaktadır. Büyük bir tesadüf eseri Reşit Bey’in kızlarının teyzesi, Kâmran’ın karısı Münevver’dir. Reşit Bey’in kızı, Kâmran’ın bir resmini gösterip onu düğün gecesi terk eden şımarık ve nankör bir kızdan bahseder. (Hâlbuki bahis edilen bu kız Feride’dir.) Bu esnalarda köşkün sahibinin oğlu Cemil Bey gece Feride’yi merdivenlerde sıkıştırır.



Feride hiçbir tepki vermez ve gerçeği de söylemez. Ama buradan da ayrılmaya karar vermiştir. Birkaç gün sonra evdeki bir hizmetçi Feride’ye karşı Reşit Bey’i över ve “seninle görücüye çıksak ne güzel olur ” cinsinden birkaç hileli söz ile Feride’yi Reşit Bey’e istediğini ima eder. Zaten gitmeye niyetli olan Çalıkuşu ben nişanlıyım ve yakında buradan ayrılıyorum der. O evden ayrılmadan önce

Kâmran’ın önceki yaz evlendiği haberini de almıştır.



Maarif Müdürlüğüne giderek yeni bir yere tayin edilmek ister. Çalıkuşu, Kuşadası’nda Türkçe ve resim muallimine ihtiyaç olduğunu öğrenir ve kuş sözünü duyduğu an Çalıkuşu “Burası benim memleketim” diye kabul eder. Feride bu görevi kabul ettikten sonra, Anadolu yolculuğunda son durağı olan Kuşadası’na hareket eder.



Kuşadası’nda Okulu istediği gibi yöneten Feride burada da mutluluğu bulmuştur. Ancak Kuşadası’na gittikten bir ay sonra muharebe başlar ve okul, kumandanlığın emriyle hastaneye dönüştürülür. Feride’nin çalıştığı okulu hastane olarak kullanırlar. Çalıkuşu okulda kalan kitaplarını almak için gittiğinde Başhekim ile tanışır. Bu Başhekim Zeyniler köyünde kendisine hasta bakıcılığı yaptıran Doktor Hayrullah Bey’den başkası değildir.



Doktor Hayrullah ile birbirlerine sarılırlar, daha önce bir kez görüştükleri halde birbirlerini kırk yıllık arkadaş gibi karşılamışlardır. Doktor Hayrullah, Feride’den burada da hastabakıcılığı yapıp kendine yardım etmesini ister. Hemşireliğe başladıktan bir ay sonra Feride’nin hastası İhsan Bey olur. İhsan Bey muharebede ağır yaralanmış ve ameliyet edilmiştir. Feride hem İhsan Bey’e acıdığı hem de Kâmran’ı unutmak için, İhsan Bey’e evlenme teklifi etmiş fakat kendine acındığını anlayan İhsan Bey bu teklifi reddetmiştir. Muharebe bittikten sonra mektep tekrar kurulur ve Feride “ Müdire” olur. Fakat acılar burada da Feride’yi bırakmaz Munise’yi kaybeder ve şok geçirerek on yedi gün baygın yatar. Uyandığında Munise’nin mezarını ziyaret eder.

Doktor Hayrullah dinlenmesi ve kendine gelmesi için Feride’yi kendi çiftliğine götürür. Onun bu durumuna gören ve onu bir kızı gibi seven Hayrullah Bey, Feride’yi iyileşinceye kadar bekler ve onu yanına alır. Bu olaydan sonra Feride artık Hayrullah Bey ile birlikte kalmaya başlar. Feride uzun süre burada kalır. Ama sevgili oldukları, beraber gezdikleri, bu da yetmeyip okuldan uzaklaşarak çiftliğe gittikleri ve orada aşk yaşadıkları dedikoduları çıkmaya başlamıştır. Bunun üzerine kötü dedikodulara son vermek için Doktor Hayrullah ile sözde bir nikah yaparak evlenirler. Hayrullah düğün hediyesi olarak çiftliği bir anaokulu haline getirir ve Feride burada 20 öğrenciyi eğitmeye başlamıştır. Feride ise evlenmeyi kabul ederken hayatında ilk ve tek sevdiği Kâmran’dan da ayrılmış oluyordu. Bu durumu anlayan ve ölümü yaklaşan Hayrullah Bey ölmeden önce son isteği olarak Feride’den İstanbul’a gitmesini ister ve Feride’ye Kâmran’a iletmesi için bir mektup verir. Bu mektupta Kâmran’a Feride’nin kendisine ne kadar sevdiği yazılıdır ve Hayrullah Bey, ayrıca mektubun içine bu kitabı oluşturan Feride’nin günlüğünü de koymuştur. Feride günlük defterinin son sayfalarına son kelime olarak şunları yazmıştır:



“Kâmran biz, asıl bugün birbirimizden ayrılıyoruz.

Ben, asıl bugün dul kalıyorum… Bütün olan, geçen şeylere rağmen sen yine bir parça benimdin; ben bütün ruhumla senin…”

Buradan itibaren kitapta Feride’nin günlüğünün yer aldığı bölüm bitmiştir.





Beşinci Bölüm: Feride bu son istek üzerine İstanbul’a gittiğinde Kâmran’ı ne kadar sevdiğini bir kez daha anlar. Kâmran’da evlendiği kadını kaybetmiştir. Ayrıca Kâmran evlense bile yalnızca Feride’yi sevmiştir.

Kâmran karısını kaybettikten sonra oğlunu alıp Tekirdağ’a gitmiştir. Bir hafta sonra ise Feride de Tekirdağ’a gelir. Birbirlerine karşı bazen soğuk, bazen romantik, bazen ağabey-kardeş gibi davranırlar. Feride herkesi özlediğini ve bunun için geri döndüğünü söyler. Feride eski neşesini bulur ve herkesi yine güldürür.

Ara sıra kocasından ve kaybettiği Munise’den bahseder. Kâmran bunları duyunca kendini çok kötü hisseder. Kâmran’ın oğlu Necdet Feride’yi çok sever, hiç yanından ayrılmaz hatta Feride’ye anne diye hitap etmektedir. Bu ise Kâmran ile Feride’yi çok üzmektedir.

Feride Kuşadası’na geri dönmeden önce Müjgan’a gerçeği anlatır. Feride Tekirdağ’a dönmeden 3 ay önce kocasını kaybeder ve kocası Feride’nin tekrar dönüp ailesiyle barışmasını ve özellikle Kâmran’ı görmesini, eğer devam edemeyeceğini hissederse geri dönmesini vasiyet ettiğini ve Feride’nin onun vasiyetini yerine getirmek için geri döndüğünü söyler. Kocasından Kâmran’a mühürlü bir paketin geldiğini ve bunu ertesi gün Feride gittiğinde Müjgan’ın Kâmran’a vermesini ister ama Müjgan paketi o gece Kâmran’a verir.



Bu pakette Hayrullah’dan Kâmran’a yazılmış bir mektup ve Feride’nin Anadolu macerası boyunca yazdığı günlük çıkar. Kâmran ve Müjgan bunları birlikte okuyorlar. Mektupta Hayrullah Kâmran’dan Feride’ye sahip çıkmasını ve Feride’nin eşyaları arasında bulduğu ve kaybolduğuna Feride’yi inandırdığı bu günlüğü okumasını ister. Kâmran ve Müjgan günlüğü okuyup, her şeyi öğrenirler.



Ertesi gün Feride kendisini almaya gelecek vapuru beklerken bahçedekilerle vedalışır. Bir süre sonra Kâmran ve babası Aziz Bey gelir. Aziz Bey Feride’ye Müjgan’ın defterini Kâmran’a okuttuğunu, her şeyi öğrendiklerini, hemen kadıya gidip defteri gösterdiklerini ve hemen nikah kıyıldığını, artık kocasının Kâmran olduğunu söyler. Böylece Kâmran ile Feride evlenmiş olur ve yıllardır süren hasret sona erer

ŞEYH GÂLİB


ŞEYH GÂLİB

18. yüzyıl şairlerinden biridir.1757 yılında İstanbul’da doğmuştur. Gerçek adı Mehmet’tir. Annesi’nin adı Emine’dir, babası Mustafa Reşid Efendidir. İlk eğitimini babasından almıştır. Farsça öğrenmiştir. Es’ad mahlasını da kullanmış daha sonra Galip mahlasını almıştır.”Galata Mevlevihânesi Şeyhi Hüseyin Dede ve Hoca Neş’et Efendi’den dil ve edebiyat dersleri almış, genç yaşlarda şiire başlamıştır”.( Şentürk ve Kartal, Dergah 2016:561).Daha sonra Konya’ya gidip Mevlana’nın dergâhına girmiştir. 24 yaşında iken divan’ı olacak kadar şiiri vardı,daha sonra Hüsn ü Aşk adlı mesnevisini yazmıştır.”11 Haziran 1787’de “dede” ve “hücre-nişîn” oldu ve Ali Nutkî Dede’den hilâfet aldı.” ( Şentürk ve Kartal,Dergah2016:561).Padişah 3.Selim ile arası iyidir. 34 yaşında Galata Mevlevihanesi’nin şeyhi olmuştur.Bu nedenle şiirlerinde tasavvuf’un etkisini görebiliriz. 42 yaşında vefat etmiştir.

Edebiyatımızda Sebk-i Hindi akımının temsilcilerindendir. Bu akım gereği şiirlerinde çözülmesi zor ifadeler, mazmunlar ve güçlü semboller ile doludur. Galib bir rubâîsinde mazmunlarını anlamayanları ayıplamayacağını, çünkü bunların her birinin “güher-i gayb-ı hüviyyet” olduğunu ve akıl dalgıcının bu incileri bulup çıkaramayacağını söylerken aslında sebk-i Hindî’yi tarif etmektedir(İslam Ansiklopedisi).Klasik şiirin son büyük şairidir. Baki’nin İstanbul Türkçesi ile yazması, Fuzuli’nin lirizmi onu etkilemiştir. Sadece hece vezniyle bir şarkı ve sade Türkçeyle de bir gazeli vardır. Sade Türkçe ile yazmasında Baki’nin etkisini görebiliriz.Divan edebiyatının son büyük ustası sayılan şair,yoğun hayal,düşünce ve tasvire önem verip divan şiirini son çizgisine ulaştırmıştır.

Hüsn ü Aşk adlı mesnevisini Nabi’nin Hayr-âbâd adlı eserini ortadan kaldırmak için yazmıştır. Bu mesnevi de Hüsn ve Aşk arasında geçen aşk tamamen tasavvufi remizler ve semboller ile anlatır.

Eserleri:

Şeyh Gâlib’in 28 kaside,14 terci-bend,8 müseddes,19 tahmis,3 muhammes,11 şarkı,19 beyit,,13 mesnevi,371 gazel,1 mersiye,2 lügaz,48 kıt’a,63 rubai,4 müfred(Şentürk ve Kartal,Dergah2016:562)

Hüsn ü Aşk

Şerh-i Cezîre-i Mesnevî

Eṣ-Ṣoḥbetü’ṣ-ṣâfiye

Vermem iksîre gubâr-ı der-geh-i ehl-i dili

Hâkdur Gâlib velî kân-ı sitiğnâdur göñül

Kelime Anlamları:

İksîr:felsefe taşı/gubâr:toz/der-geh:eşik,dergah,tekke/ehl-i dil:gönül ehli/hâk:değersizmadde/velî:ancak,lâkin,velâkin/kân:maden,kaynak/sitiğna:istiğna,minnetsizlik, ,kanaat etme

Nesre Aktarım:

Ey Gâlib! Gönül ehlinin eşiğindeki tozu iksire değişmem. Gönül de topraktır, ancak o bir minnetsizlik madenidir.

Açıklama:

İstiğna , kişinin dünya malından elini çekmesi yani tamah etmemesidir ve ihtiyacı olmamasıdır.Gönül ehli dış dünya ile ilişkisini kesince mutlu olacaktır.Galip bu yüzden istiğna madeni olarak görür.”kân-ı istiğna” ifadesi sebk-i hindi akımının özellidiğir.Çünkü zor bir ifadedir.İnsan bedeni inancımız gereği topraktan yaratılmıştır.Bu yüzden bu beyitte toprak ifadesi kullanılır.(Şenödeyici,Kesit 2014 İstanbul.223).



Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül

Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü

Kelimeler:

Bî-karâre: kararsız/nevbet: nöbet

Nesre Aktarım: Bülbül bahara erişti ve gül sohbeti yenilendi; ancak ayrılığa tahammül nöbeti yine bizim kararsız gönlümüzün payına düştü.

Açıklama:

Bu beyitte Şeyh Galip bize bülbül ile gülü gösterdi. Bahar gelince bülbül ve gül birbirine kavuştular yani bülbül geldi. Bahar mevsiminde gül ve bülbül sohbet ettiler çünkü baharda aşıklar kavuşur,bülbül de dert ortağı güle kavuştu.Bülbül güle kavuşmamaya tahammül edemez.Bu beyitte gördüğüm kadarıyla aşıkların bülbül ve gül’ün kaderini paylaşır.Onların ayrılığı yine bizi ilgilendirir.

Kaynakça:

Ahmet Atilla Şentürk-Ahmet Kartal-Eski Türk Edebiyatı Tarihi

Özer Şenödeyici-Gazeller ve Güzeller Üzerine

https://islamansiklopedisi.org.tr/seyh-galib( İslam Ansiklopedisi)